Tarafların kendi kontrolleri dışında gerçekleşen ve sözleşmede belirlenen yükümlülüklerini yapmalarına engel olan Covid-19 salgınının sözleşmelere etkisini ve olası ihtimalleri sizler için aşağıda değerlendirdik.

Hepimizin son zamanlarda yakından takip ettiği üzere tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından “Pandemi” olarak ilan edilmiştir. Salgın, kaynak noktası olan Çin’in Wuhan kentinde başlamış ve gelinen son noktada tüm dünyayı etkileyen bir kriz haline dönüşmüştür. Tüm ülkeler birçok tedbir almaya başlamış, bazı ülkelerde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, bazı ülkelerde tüm sınır kapıları kapatılmıştır. Alınan bu ağır tedbirlerin bir sonucu olarak salgının ülkelerin ticaret ve iş hayatına etkileri ve bunlarla bağlantılı olarak salgın öncesi imzalanmış olan sözleşmelerin akıbetinin ne olacağı hukuki tartışmalara yol açmış ve hukuki değerlendirmeye muhtaç bir konu haline gelmiştir.

Latince “Pacta Sunt Servanda” olarak adlandırılan ahde vefa ilkesi, sözleşmelerin uygulanmasına esas teşkil eden ilkelerin başında gelmektedir. Bu ilke gereği taraflar sözleşmedeki hükümlerden doğan yükümlülükleri “İyi Niyet İlkesi” (the principle of good faith) ile yani sözleşmenin amacına aykırı eylemlerden ve işlemlerden kaçınarak yerine getirmek durumundadır. Her sözleşmenin temel amacı kuşkusuz tarafların karşılıklı yükümlülüklerini yerine getirmesidir. Bununla birlikte taraflar “Pacta Sunt Servanda” ilkesine rağmen; kendi kontrolleri dışında gelişen bazı durumlar veya şartlar nedeniyle yükümlülüklerini yerine getirememektedirler.

Tarafların kendi kontrolleri dışında gerçekleşen ve sözleşmede belirlenen yükümlülüklerini yapmalarına engel olan Covid-19 salgınının sözleşmelere etkisini ve olası ihtimalleri sizler için aşağıda değerlendireceğiz.

  • COVID-19 SALGINI SÖZLEŞMELER KAPSAMINDA “MÜCBİR SEBEP” OLARAK DEĞERLENDİRİLEBİLİR Mİ?

Mücbir sebebin ne olduğu, esaslı unsurları gibi tanımlamalara Türk Kanunlarında açık bir şekilde yer verilmediğinden bu konuda Türk Hukuku uygulamasında Doktrin ve Yargıtay kararları yol gösterici olmaktadır. Kanun koyucunun mücbir sebep için sınırlayıcı bir tanım yapmama sebebi de sonradan yaşanabilecek olayların bu kapsam dışında kalabilecek olması ve durumun doğası gereğince hangi hallerin mücbir sebep olacağını önceden öngörmenin mümkün olmamasıdır. Mücbir sebebin içtihatlar doğrultusunda önceden öngörülemeyen, tarafların kontrolü dışında meydana gelen, ifa güçlüğü oluşturan ve bu sebeple de taraflara sözleşmeyi feshetme, kısmen veya tamamen ifadan kaçınma, askıya alma veya ifa için ek süre talebi öne sürme gibi çeşitli haklar tanıyan bir durum olarak nitelendirilmesi mümkündür.  

Covid-19’un bu kapsamda değerlendirildiğinde önceden öngörülemeyecek olağanüstü bir durum olduğu açıkça ortadadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün 12.03.2020 tarihli kararında, Covid-19’u “Pandemi” olarak ilan etmesi akabinde  küresel risk seviyesini “yüksekten” “çok yüksek” seviyesine çıkarması, ülkemizde Cumhurbaşkanlığı’nca alınan Kararlarda, halka zorunlu olmadıkça sokağa çıkmaması tavsiye edilmesi , okulların kapatılması, birçok ülkeyle sınırların kapatılarak havayolu trafiğinin durdurulması, yurtdışından gelen yolcular için karantina uygulamalarının başlatılması, duruşmaların talep olmaksızın ertelenmesi, ivedi işler haricinde yargılama faaliyetlerine son verilmesi gibi tedbirler dikkate alındığında yaşanan bu küresel salgının objektif olarak mücbir sebep olarak kabulünün mümkün olduğunun belirtilmesi gerekir.

Covid-19 salgını objektif olarak mücbir sebep kabul edilse dahi, bu tespit tek başına mücbir sebep iddiasında bulunmak için yeterli değildir. Bu doğrultuda, birçok sözleşmede ayrıca mücbir sebep iddiasında bulunan taraf bakımından, Covid-19 salgını ile olay arasında sözleşmeden doğan borcunu yerine getirmeyi etkin bir şekilde imkansız kılan bir nedensellik bağının da bulunması gerekir.

Tam olarak bu noktada somut olayın özellikleri devreye girmektedir. Yargıtay mücbir sebep değerlendirmesi yaparken her somut olay için ayrı değerlendirme yapıp karar vermektedir. Her olayın kendi şartlarının değerlendirilmesi ve taraflar arasında imzalanan sözleşmenin hükümlerinin değerlendirilmesi bu noktada çok önemlidir. Yargıtay’ın mücbir sebep iddiası içeren hukuki olaylar karşısında özellikle, basiretli davranması beklenen tacirler söz konusu olduğunda, sözleşmede mücbir sebebin ne şekilde tanımlandığı ve ne tür olayları kapsadığı konularında ayrıntılı inceleme yaptığı görülmüştür.

Covid-19 salgınının birçok hukuk düzeni ve sözleşmede objektif olarak mücbir sebep olarak kabulü mümkünse de bu durumun yukarıda açıkladığımız üzere her bir olay bazında ve taraflar arasında imzalanmış olan her bir sözleşme bakımından somut olayın özellikleri dikkate alınarak incelenecek olması önem teşkil etmektedir. Dolayısıyla bu süreçte sözleşme taraflarının yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınma vb. durumlarında bahsetmiş olduğumuz esasları dikkate alarak hareket etmeleri ileride yaşanabilme ihtimali olan uyuşmazlıklar açısından kendi lehlerine sonuç doğma ihtimalini arttıracaktır.

  • SÖZLEŞMEDE “MÜCBİR SEBEP” İLE İLGİLİ BİR DÜZENLEME OLMAMASI NASIL DEĞERLENDİRİLECEKTİR?

Covid-19 salgını sebebi ile işletmelerin aralarında imzalamış olduğu sözleşmelerin akıbeti değerlendirilirken Yargıtay’ın mücbir sebep ile ilgili daha önce inceleme yapmış olduğu kararlarında görüleceği üzere sözleşme içeriğinde düzenlenen mücbir sebep maddelerinin incelenmesi de gündeme gelecektir. Taraflar arasında Covid-19’dan önce imzalanmış olan sözleşmelerde mücbir sebebe ilişkin bir hüküm bulunmaması halinde Yargıtay içtihatlarına, genel hükümlere ve TMK. Madde 2 dürüstlük kuralına gidilerek yorum yapılması mümkün olabilecektir. Sözleşmede mücbir sebebe ilişkin bir düzenleme olmasa dahi mücbir sebep şartlarının varlığı halinde tarafların mücbir sebebin kendilerine tanıdığı hakları savunmalarında kullanabilmelerinin mümkün olduğunu düşünüyoruz.

Şu da unutulmamalıdır ki sözleşme serbestisi ilkesi gereği taraflar sözleşme maddelerini hukuksal sınırlamalar dahilinde diledikleri gibi kararlaştırabilmektedirler. Bu sebeple mücbir sebeple ilgili sorumluluklarda da sözleşme serbestisi geçerlidir. Sözleşmede borçlu taraf mücbir sebep dolayısıyla doğabilecek sorumluluğu üstlenmişse bu durumda alacaklı tarafa karşı mücbir sebep nedeniyle bir talep ileri süremeyecektir.

  • SÖZLEŞMEDE YER ALAN MÜCBİR SEBEP İLE İLGİLİ MADDEDE “SALGIN HASTALIK” İLE İLGİLİ İBARE BULUNMASI DURUMUNDA NASIL DEĞERLENDİRME YAPILACAKTIR?

Yargıtay mücbir sebep değerlendirmesi yaparken önceki kararlarında görüldüğü üzere olayın koşulları ile birlikte taraflar arasında imzalanan sözleşmenin hükümlerini de ayrıntılı şekilde inceledikten sonra karar vermektedir.

Sözleşmede salgın hastalıkla ilgili bir düzenleme mevcut ise tarafların bu hükümde belirlenen yönergelere uygun hareket edip etmedikleri, aralarında kararlaştırdıkları yazışma ve tebligat usullerine uygun şekilde birbirlerine bildirim yapıp yapmadıkları, durum tespiti ve mücbir sebep devam ettiği sürece sözleşme edimlerini ne şekilde devam ettirdiği gibi hususlar önem arz edecektir. Daha önce de belirtmiş olduğumuz üzere mücbir sebep her olayın şartlarına göre farklılık gösterecektir. Ancak tarafların salgın hastalık vb. kavramlarla bu durumu sözleşmede mücbir sebep olarak kararlaştırması halinde ayrıca bir değerlendirmeye gerek kalmaksızın salgın hastalık olan Covid-19 mücbir sebep olarak kabul edilebileceğini düşünmekteyiz. Fakat mücbir sebepten etkilenen ve sözleşmede belirlenen edimini ifa edemeyen borçlu tarafın bu edimini ifa edememesi ile mücbir sebep arasındaki nedensellik bağını ispat etmesi ve sözleşmede belirlenen bildirim yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiği de unutulmamalıdır.

  • SÖZLEŞMEDE YER ALAN MÜCBİR SEBEP İLE İLGİLİ MADDEDE “SALGIN HASTALIK” İLE İLGİLİ İBARE BULUNMAMASI DURUMUNDA NASIL DEĞERLENDİRME YAPILACAKTIR?

Covid-19 salgınının sözleşmelere etkisi incelenirken tarafların imzalamış olduğu sözleşme içeriğinde mücbir sebep ve buna benzer düzenleme olduğunun tespitinden sonra ilgili düzenleme içeriğinde salgın hastalık vb. tanımlamalarla ilgili bir ibare olup olmadığının tespiti de bu noktada önem arz etmektedir. Sözleşme içeriğinde açık şekilde salgın hastalık vb. ibare yazmasa dahi sözleşmenin bütünsel olarak incelenmesi ve yorumu sonucunda ilgili ibarenin varlığının sözleşmede belirlenmiş olduğu sonucuna ulaşılabilecektir.

Sözleşme serbestisi ilkesi gereğince taraflar imzalayacakları sözleşmede hangi durumların ve olayların mücbir sebep yaratabileceğini kararlaştırabilirler. Eğer bir sözleşmede mücbir sebep halleri saymak suretiyle yazılmışsa ve salgın hastalık hali vb. tanımlamalar bu sayılan durum ve olaylar içerisinde belirtilmemişse Covid-19’un sözleşme kapsamında mücbir sebep olarak sayılamama ihtimali vardır.

Buna karşılık taraflar arasında imzalanan sözleşmede mücbir sebep ile ilgili düzenlemede mücbir sebep yaratan durum ve olaylar sınırlı olarak değil de örnekleme yoluyla sayılmış veya ilgili düzenlemenin yorumundan bu değerlendirme yapılabiliyorsa Covid-19 mücbir sebep hali olarak kabul edilebilecektir.

Yine de belirtmekte ve tekrar etmekte fayda gördüğümüz husus Covid-19’un salgın hastalık kategorisine alınması ile başlayan bu hukuki tartışmaların taraflar arasında oluşabilecek olan ihtilaflara ve yargıya nasıl yansıyacağı ve verilecek olan kararların ne şekilde olacağını net şekilde söylememizin bu aşamada mümkün olmadığıdır.

  •  COVID-19 SALGINI SÖZLEŞMELER KAPSAMINDA “İFA İMKANSIZLIĞI” OLARAK DEĞERLENDİRİLEBİLİR Mİ?

İfa İmkansızlığı 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 136. maddesinde şu şekilde düzenlenmiştir:

“Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer.

Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır.

Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür.”

TBK madde 136 düzenlemesi gereğince sözleşme kapsamındaki tüm yükümlülüklerin yerine getirilmesi borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borçlu o yükümlülüklerini yerine getirmekten kurtulacaktır. Bununla birlikte borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle de yükümlü olacaktır.

Kısmı İfa İmkansızlığı ise Kanunun 137.maddesinde şu şekilde düzenlenmiştir: 

“Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa borçlu, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur. Ancak, bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer.

Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması durumunda, tam imkânsızlık hükümleri uygulanır.”

İmkansızlık borcun doğa ve mantık kuralları gereği ifa edilememesi ya da bir hukuk kuralı veya hukuken yetkili kılınmış bir makamın kararı ile ifanın engellenmesi ile meydana gelebilir. Sonradan yürürlüğe giren bir kanun veya kararla oluşan imkansızlığın yalnızca bir süreliğine var olması halinde ise geçici imkansızlıktan söz edilecektir.

İç İşleri Bakanlığı’nın 16.03.2020 tarihli genelgesi bazı işletmelerin faaliyetlerini sürdürememesi açısından hukuken yetkili kılınmış bir makamın kararı üzerine oluşan imkansızlığa örnek verilebilecektir.

Yapmış olduğumuz açıklamalar doğrultusunda Covid-19 ‘un önlenmesi bakımından Türkiye de başta olmak üzere birçok ülkede zorlayıcı tedbirler alınmıştır. Bu kapsamda Türkiye’de birçok işletmenin faaliyetleri Genelge ile durdurulmuştur. Söz konusu Genelge ile faaliyetleri durdurulan işletmelerin imzalamış olduğu bazı sözleşmelerin edimlerinin yerine getirilmesi geçici de olsa bu sebeple imkansız hale gelmiş durumdadır. Bu sebeple Kanun’un 136. maddesinde düzenlenen ifa imkansızlığı hükümlerinin bazı işletmeler açısından uygulanabilir olacağını yorumlamak yanlış olmayacaktır.

İfa İmkansızlığı hakkında yapmış olduğumuz tüm bu değerlendirmeler dikkate alındığında salgınla mücadele amacıyla alınan tedbirler ve karşılaşılan durumları ayrı ayrı ele almak gerekecektir. Zira bunlar belirli hukuki ilişkiler açısından imkansızlık hali yaratabileceği gibi bazı hukuki ilişkilerde aynı etkiyi yaratmayacaktır. Mücbir sebep ile ilgili yapmış olduğumuz değerlendirmelerde olduğu gibi burada da her bir somut olay açısından inceleme yapılacak ve etkilenen edimlerin ifasının imkansız hale gelip gelmeyeceğinin tespiti gerekecektir. Ayrıca ifa imkansızlığının sözleşme edimlerini yerine getiremeyen tarafa tanıdığı imkanlar yanında alacaklıya bu durumu derhal bildirme ve alabileceği önlemleri alma yükümlülüğü getirdiği de unutulmamalıdır. Zira aksi durumda borçlu taraf alacaklının bu sebeple doğan zararlarını gidermekle yükümlü olacaktır.

  •  COVID-19 SALGINI SÖZLEŞMELER KAPSAMINDA “AŞIRI İFA GÜÇLÜĞÜ” OLARAK DEĞERLENDİRİLEBİLİR Mİ?

Covid-19 sonrası sözleşmelerin hukuki akıbeti konusunda birçok hukukçu tarafından da değerlendirilen ve salgın sebebi ile etkilenen sözleşmelerle ilgili uygulama alanı bulması en çok beklenen hukuki düzenleme 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanun’unda düzenlenen “Aşırı İfa Güçlüğü” dür. İlgili madde Kanunda şu şekilde düzenlenmiştir:

“Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.”

İlgili düzenlemeye baktığımızda burada ifa imkansızlaşmış olmamakla birlikte borçlu tarafından ifanın yapılması aşırı derecede güçleşmiş durumdadır. Sözleşmedeki şartlar ve denge taraflardan kaynaklanmayan bir sebeple bozulmuş olmalı ve bu durumda sözleşmede belirlenen şartlarda borçlunun borcunu ifa etmesini beklemenin dürüstlük kuralına aykırılık yaratacağı haller ortaya çıkmış olmalıdır. Burada unutulmaması gereken en önemli husus ise TBK m. 138’in şartlarının oluşup oluşmadığı ilerideki süreçte tartışma konusu yapılacağından, hükmün uygulanmasını engellememek adına bu süreçte edimler ifa edilecekse mutlaka çekinceli olarak yapılmalıdır. Aksi halde ileride açılabilecek olan uyarlama davası hakkı kaybedilmiş olacaktır.

Covid-19 salgını sebebiyle maddede belirlenen şartların gerçekleşmesi durumunda aşırı ifa güçlüğü oluştuğu tespit edilmesi sonrasında sözleşmenin uyarlanması veya bu mümkün olmadığı durumda sözleşmeden dönme hakkının kullanılması gündeme gelebilecektir. Hakimden sözleşmenin yeni koşullara göre uyarlanması talep edildiğinde hakim borçlunun talepleri ile bağlı olmaksızın sözleşmeyi hakkaniyete uygun bir şekilde uyarlayacaktır. Eğer sözleşmenin yeni koşullara uyarlanması mümkün değil ise sözleşmeden dönme, sürekli edimli sözleşmelerde sözleşmenin feshi durumu söz konusu olacaktır. Hakim burada indirim, erteleme, arttırma vb. şekillerde uyarlama tipine karar verecektir. Ancak her zaman olduğu gibi mevcut durumun her bir sözleşme bakımından, her bir somut olay açısından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.

Sonuç olarak Covid-19’un birçok işletme, şirket nezdinde imzalanmış olan sözleşmelere etkisi olacağı kesindir ancak bu etkinin hukuki sonuçlarının nasıl olacağını net şekilde tespit etmek ve yargı kararlarında durumun nasıl sonuçlanacağı hakkında kesin hukuki görüş bildirmek şu aşamada mümkün değildir. Covid-19 salgınına karşı henüz emsal oluşturan bir yargı kararı bulunmamasına karşın mücbir sebep kavramına uygunluğu göz önüne alındığında bir ifa engeli yahut aşırı ifa güçlüğü oluşturması ihtimalleri mümkün görülmektedir.

Yukarıdaki açıklamalarımız doğrultusunda sözleşme ilişkisi taraflarının bu süreci atlatırken, belirtmiş olduğumuz önemli hususlara dikkat ederek süreci yönetmesi onlar için en iyi çözüm yolu olacaktır. Bu sayede sözleşme tarafları ileride yaşanma ihtimali olan uyuşmazlıklarda kendileri aleyhlerine doğabilecek olan olumsuz sonuçları azaltabilecekler veya ortadan kaldırabileceklerdir. Covid-19 salgını sebebi ile işletmelerin yaşamış olduğu tüm bu olumsuz süreçlerin kısa sürede ve işletmelerin en az zarar göreceği şekilde sonlanması dileklerimizle.

AV. DİLARA ÖNSUR

Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir